31 Aralık 2008 Çarşamba

"Şiirler"

ESKİ BİR ŞARKI

Yürürsün yosunlu bir iskele boyunca

Yıldızlar ruzgar fısıldar anlarsın

Eski bir şarkı duyarsın dalarsın hayallere

Yakamozlar titretir yürek tellerini

Dolunay anımsatır uzak bir sevgiyi

Eski bir şarkı duyunca dalınca hayallere

Yağsın yağmur silinsin ayak izleri

Her damlada yeni bir sevgi doğsun

Eski bir şarkı duyunca dalınca hayallere...

26 Aralık 2008 Cuma

6 Aralık 2008 Cumartesi

"TÜRKÇESİ VARKEN..."

Koray



slayt7.jpg
slayt6.jpg
slayt5.jpg
slayt4.jpg
slayt2.jpg
slayt1.jpg
YABANCISINI KULLANMAYALIM.
”DİL BİR MİLLETİN ÇİMENTOSUDUR”
BİZİ BİRBİRİMİZE BAĞLAYAN
ÖZ DİLİMİZİ KONUŞALIM

1 Kasım 2008 Cumartesi

30 Ekim 2008 Perşembe

“MÜESSESEMİZDE AİLE VAR…”





Eskiden öyleydi.

Bir çay bahçesinde, bir kafede vs, bir kızla bir erkek fazlaca yakınlaşıp öpüşüp koklaşırlarsa, garson hemen biterdi yanlarında: “Hop kardeşim, müessesemizde aile var!”

Şimdilerde ise çağ atladık, biliyorsunuz. Öpüşme, el ele tutuşma gibi sinir bozucu faaliyetlerde (!) bulunan gençlere direkt girişiyorlar, tekme tokat vs ile… karanlığın iyice çöktüğü kentlerde, kasabalarda, varoşlarda.

Ben ta ilk gençliğimden beri, bizdeki aile kurumundan çok tırsarım.

Aile deyince aklıma höt zöt bir baba, bir sürü laftan anlamaz çocuk, bu çocukları ve höt zöt adamı idare edeceğim derken balataları hafiften sıyırtmış bir kadın gelir.

Nereden çıktı bu “aile” muhabbeti diye soracak olursanız…

Eskiden dost, arkadaş gidilen, içki içilen, muhabbet edilen yerlerin teker teker “aile salonu” haline getirildiğini görüyor, izliyorsunuzdur.

Bu içki yasakçılığının ardında çok derin dolaplar var. Bir toplumu dönüştürmenin en emin yolu, sosyalleşme koşullarını değiştirmekten geçer.

İçki, tadında olmak koşuluyla, sosyalleşmektir.

Sosyalleşmek bir araya gelmektir, konuşmaktır. Konuşmak zihnin açılmasıdır. Zihnin açılması fikir üretmek demektir.

"Ama bizimki gibi aşiret toplumlarında fikir üreten, düşünen, gülen, hayata tutkuyla bağlı, özgür ruhlu insanlardan hoşlanılmaz."

O yüzden tüm lokantalara, cafelere içki yasağı geliyor yavaştan.

Buralara hayattan zevk alan, muhabbeti seven “birey”ler değil, geleneksel “aile”ler gelebilsin diye.

Yani yığınla gürültücü çocuk, uysal kadınlar, bıyıklı ağır erkekler…

Dengesiz nüfus artışı dolayısıyla sayıları gitgide artan muhafazakar kesimin, kendi anladıkları, bildikleri yaşam tarzının her yere egemen olması.

Ha, bu yazdıklarımdan aile kurumuna karşı olduğum sanılmasın sakın.

Yalnızlıkta güzel olan ne var ki? Hepimiz sevgiyi paylaşabileceğimiz, içinde kendimizi güvende hissedebileceğimiz büyük, sıcak bir ailenin özlemini duyarız.

Dedeler, nineler, teyzeler, yeğenler, kuzenler…

Kalabalık aileler güzeldir. Ama Akdeniz tipi olacak. Gülmeyi, eğlenmeyi bilen, paylaşan, hoşgörülü, hayat deneyimlerinin kuşaktan kuşağa aktarıldığı, dedelerin torunlara bir şeyler öğrettiği, kardeşlerin kuzenlerin bir arada büyüdüğü eğlenceli aileler yani.

Birbirini gerçekten seven, koruyan, kollayan insanlardan oluşmuş aileler.

Deliren dünyayla birlikte, yok olmaya yüz tutmuş bir aile tipi. Kendini küreselleşme canavarından koruyabilmiş Akdeniz ülkelerinde varlığını sürdürüyordur hala herhalde. Umarım.

Kapitalizm ve parayataparlık “aile”yi mahvetti. Çok gelişmiş ülkelerde mutlak yalnızlığa neden oldu, az gelişmişler ülkelerde ise “aşiret” yapısını güçlendirdi.

Bunun sonucunda, küreselleşme girdabında dönen ülkelerde 2 tip aile var. Zengin olanlarında “çekirdek”, yoksul olanlarında (yani sömürülenlerinde) geleneksel.

Çekirdek aile matah bir şey değildir. Resmi ya da resmi olmayan hali, hiç fark etmiyor.

Büyük yazar Kurt Vonnegut şöyle demişti: “Bir koca, bir karı ve birkaç çocuk aile değildir. Son derece kırılgan bir hayatta kalabilme birliğidir” (Ülkesi Olmayan Adam, sayfa 54)

Küreselleşmenin sömürdüğü bizimki gibi geri kalmış ülkelerde ise, yoksulluğun ve zorunlulukların bir arada tuttuğu büyük aileler var.

Ama bu büyük aile tipi, hoşgörülü bir aile biçimi değil.

Güçlünün güçsüzü ezdiği, baskının ve eziyetin olduğu, hiç de demokratik olmayan bir yapı.

Ülkenin geneli neyse, aileye indiğinizde de onu görürsünüz yani. Ya da aileden yukarı çıktıkça, toplumsal düzende onun yansımasını görürsünüz.

Bu tür bir ailede, aile bireyleri arasında sevgi, saygı, anlayış pek yoktur. Yoksulluk ve geleneksellik harcıyla birbirine yapışmıştır bu insanlar.

Bizimki gibi toplumlarda, kişisel gelişim ta çocukluktan itibaren engellenir, köreltililir. İnsanlar “birey” olamayacak şekilde sakatlanırlar.

Böylesi toplumlarda insanlar bir saatliğine olsun kendi kendileriyle kalamazlar. Sürüler halinde hareket ederler. Teknolojiyi bile kendi kendileriyle baş başa kalmamak için kullanırlar. Cep telefonları, televizyonlar, internet hep sığınılacak limanlardır.

Bizimkisi gibi toplumlarda insanlar ya “ezen” olurlar, ya “ezilen”.

Ama “Gerçek insan” olamazlar.

Gerçek insan: Yani hayattan bir şeyler öğrenen, bu öğrendiklerini çevresine, çoluğuna çocuğuna aktarma yollarını bilen, zorbalıkla değil sevgiyle iletişim kuran… Seven, özgür ruhlu, anlayan ve anlatabilen…

Güzel insan yani…

Ben kalabalıklar içinde özgür olmayı severim. Şu anda bize dayatılmaya çalışılan ise, sürü olmanın dayanılmaz hafifliği fikridir.

NESLİHAN ACU

"World"

23 Eylül 2008 Salı

8 Eylül 2008 Pazartesi

7 Eylül 2008 Pazar

6 Eylül 2008 Cumartesi

ERİKLİ SAHİLİNDE YALNIZ KIZ

Ayışığında gidip gelir kayıklar
Bir öpücük kondurur heran kumsala deniz
Erikli sahilinde yalnız kız
Açar kollarını duyguların en güzeliyle
En güzeline

Kumsalda mavi beyaz kırmızı
Sarmaş dolaş olmuş anılar
Erikli sahilinde yalnız kız
Kumsaldaki izlere dalar

Ateşin başında kahkahalar
Kıyıya çekili sandallara vurur
Ilık bir rüzgar eser
Erikli sahilinde yalnız kız
Yanar dudakları kurur kavrulur

Gecenin yarısında düşlerin en güzeli
Alev alev yanan ateş ve gitar nağmeleri
Erikli sahilide yalnız kız
Bir şarkı mırıldanır
Ayrılık şarkısıdır

4 Eylül 2008 Perşembe

"ERİKLİ SAROS GULF TURKEY"















Bu Yazıyı Paylaşın

"KIRMIZI KALEM"


SU SIKINTISI

Milliyet te Edirne'de su taşkını olacağı uyarısı yapan Edirne Valiliği'nden bildirildiği belirtilen bir yazı...
Hemen altında bir başka ilimizde çekilen vede çekilmesi ihtimali olan su sıkıntısıyla ilgili bir yazı...
Vaktiyle bir ecnebii gelmiş Edirne'ye...Güldür güldür akan Meriç Nehri'ne bakıp kırık dökük Türkçesiyle:
-Bu su hep booyle akaar...demiş bizimkilere...
-Akaaar...demiş bizimkiler.
-Sizdee booyle bakaarr...
-......baş sallayıp boyun bükmüş bizimkiler.
-Vesselaamm...demiş ecnebii.

Yukarıda ki hikayeyle yorumu harmanlayıp daha detaylı yazıp Milliyet'e yollamak istedim.Meğer üye olabilmek ne kadar zormuş...
Hani Muzaffer İzgü'nün ünlü bir hikayesi var...Adam kilo veremiyormuş yıllardır.Zayıf yapılı bir dostu''Devlet dairesine işin düşmüyor mu...''diye bir fikir vermiş.Adamın aklına devletten alacağı altmış kuruş gelmiş...Düşmüş işin peşine bir ayda sekiz kilo mu ne vermiş...
Bir hikaye de bende var.Daha sonra süslenmiş haliyle yazacağım.Vaktiyle Nurullah Ataç Akbaba Mecmuası'na Kenan Akıncı'yı davet etmişti. Kenan Akıncı'yla birlikte gitmiştik.Kırsal kesimden geldiğimiz her halimizden belli oluyordu anlaşılan... Kapıcı bizi içeriye almamış kapı girişindeki bank'ta akşama kadar bekletmiş...Nurullah Ataç'ta akşama kadar Kenan Akıncı'yı beklemişti.(Nur içinde yatsınlar.)
Yıllar geçti Neyzen'in dediği gibi''yumruk yine aynı yumruk sadece el değişti''zılgıt aynı...Böyle mi olmalı.Böyle olmak zorunda mı...
Milliyet ve benzeri yüce kuruluşlar bu tür protokolleri aşmalıdırlar.Öyle beş-altı kere aynı cevabın alınabileceğini bile bile sorulan sorulara gerek yoktur.Dolayısıyla çeşitli kuruluşlara bankalara/internet hizmetini tekelinde bulundurup hizmet etmemeye yeminliymiş edasıyla davranan Türk Telekom ve hizmelilerine/özelleştiğini henüz idrak edememiş TEK ve çalı
şanlarına/tapu/nüfus/muhtarlık gibi kuruluşlara örnek olmalıdır.
Arada sırada küçük bir köşe açılıyor"Ne zaman adam oluruz"diyor ya...


3 Eylül 2008 Çarşamba


" Süleyman DEMİREL'den "

" KADI "

Kadı , bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku
gelmiş.

Vitrinde, güveç içinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen
nefis bir ördek var. Kadı, fırıncıya 'Ben bunu aldım' demiş.

Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp
vermiş.

Az sonra ördeğin sahibi gelmiş: 'Hani bizim ördek?'

Fırıncı boynunu büküp 'Uçtu' deyince iş kavgaya dönüşmüş.
Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü
çıkarınca korkup kaçmaya başlamış...

Bir duvardan atlarken, bilmeden öteki taraftaki hamile bir
kadının üstüne düşmüş.

Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının
peşine düşmüş.

Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir
vatandaş da kızıp peşlerine takılmış...

Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak
kadının karşısına çıkarmışlar.
Kadı sırayla sormuş... Ördeğin sahibi, 'Bu adam ördeğimi hiç
etti' diye şikáyet etmiş.

Kadı, fırıncıya sormuş: 'Ne yaptın bu adamın ördeğini?'

Fırıncı 'Uçtu' demiş. Kadı, kara kaplı defterini açmış:

'Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar 'Uçar' anlamına
gelir. O halde ördeğin uçması suç değil' diyerek fırıncının beraatine
karar vermiş.

Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş... Onun şikáyetine de
kara kaplı defterden bir madde bulmuş: 'Her kim, gayrimüslimin iki
gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla...'

Davacı 'Ne olacak?' diye sorunca kadı, 'Şimdi' demiş,
'Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü
çıkaracağız.'

Tabii gayrimüslim şikáyetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu
davadan da beraat etmiş.

Çocuğunu kaybeden kadının kocasına da kadı, 'Tamam' demiş,
'Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.'

Böyle olunca fırıncı bu davadan da kurtulmuş. Kadı dönmüş
Yahudi'ye: 'Senin şikáyetin ne?'

Yahudi ellerini açmış, 'Ne diyeyim kadı efendi' demiş,
'Adaletinle bin yaşa sen e mi?'

Kıssadan hisse: Ananı öpen kadı ise kime şikáyet edeceksin?